Türkleri ulusum gibi seviyorum
Dünya futbol tarihine adını altın harflerle yazdıran ünlü futbolcu Maradona, güler yüzlü bir ifade ile Villa Qulete’nin kabul salonundan içeri girip, ağır ağır bana yaklaşırken gözlerimin önünden Diego Armando Maradona’nın dünü bugünü bir film şeridi gibi geçiverdi.
Altın çocuk Maradona 1961 yılında doğdu
Dünya futbolunun altın çocuğu, Arjantin’in San Diego kentinde 30 Kasım 1961 tarihinde doğdu. Beşi kız, üçü erkek sekiz çocuklu bir ailede gözlerini dünyaya açan yıldız futbolcunun, çocukluk yılları tam anlamıyla fakirlik içinde geçti. San Diego’nun sefalet ve çamur içinde yüzen bir kenar mahallesinde Diego Maradona isimli küçük bir çocuk tüm günlerini top peşinde koşmakla geçiriyordu. Onun küçük dünyasının daha o günlerde futbol ve futbol topu süslüyordu.
Mahalle takımının kaptanı
Ne var ki bir gün geldi Maradona ve arkadaşları bir mahalle takımı kurdular. İşte ileriki yıllarda dünya futbolunun bir numaralı yıldızı olacak olan Maradona ilk kez “Sevolitas” adlı mahalle takımının formasını giydi. Toplara kurşun gibi vuran, rüzgar gibi koşan, topu ayağına aldığı zaman rakiplerinin belini kıran Maradona, 15 yaşında “Argentino Junior” takımında futbol oynamaya başladı. Ve derken küçük Maradona Boca Juniors A Takımının formasını giydi. Sonra da Arjantin milli takımına seçildi. İspanya’nın Barcelona takımına transfer oldu ve nihayet İtalya’nın Napoli Kulübü yıldız futbolcuya kapılarını açtı.
Maradona; Türkleri kendi ulusum gibi severim
Kafamdan bu düşünceler geçerken, birden Maradona’nın yanımda olduğu fark ettim. Son derece mütevazi ve alçak gönüllü olan ünlü futbolcu, bana ve arkadaşlarıma tek tek “Hoş geldiniz” dedi.

Daha sonra Maradona bana “İlk kez benimle bir Türk gazeteci röportaj yapıyor. Bundan ne kadar duygulandığımı size anlatmama imkan yok. Zaten kulüp müdürümüz benimle görüşmek istediğinizi bana iletince hemen kabul ettim. Ben Türkleri kendi ulusum gibi seviyorum” dedi.
Maradona’nın bu son cümlesi benim kafama takılmıştı. Hemen kendisine Türklere karşı bu denli sevgi duymasının nedenini sordum. Maradona bu konuda aynen şunlar söyledi;
“Biz Arjantinliler geleneklerine ve aile bağlarına sıkı sıkıya bağlıyız. Benim dedelerimden biri Türkmüş. Annem ve babam sürekli Türk olan dedemi anlatırlardı. Böylece Türklere karşı her geçen gün sevgim biraz daha arttı. Siz buna bir kan bağı da diyebilirsiniz. Hatta Türk olan dedem unutulmasın, sürekli hatırlansın diye benim gibi futbolcu olan kardeşim UGO’nun ikinci adını Turchito (Türkçük) koyduk. Sanırım şimdi Türkleri neden çok sevdiğimi anlamışsınızdır.”
Para, şan, şöhret önemli değil; önemli olan sevmesini bilmek

Bir zamanlar sefalet içinde yüzen Maradona, şimdi kralları kıskandıracak kadar görkemli bir yaşantısı olmasına karşın hiç şımarmamış. Alçak gönüllüğü ile, insanlara karşı samimi ve içten davranışlarıyla hemen kendisini sevdiriyor Maradona… Şöhretli futbolcu, paranın şanın, şöhretin, her şeyin gelip geçici olduğunu belirtiyor ve “Önemli olan sevmesini bilmektir. Seven kazanır…” diyor.
Sohbetimiz sırasında Maradona, zaman zaman da espriler yapmaktan geri kalmadı. Ona göre her zaman ciddi ve aynı şeyleri konuşmak insana bıkkınlık veriyor. Maradona, “Ben öyle zaman olur ki çocukların bile yapmayacağı hareketleri yaparak rahatlarım ve üzerimden büyük bir ağırlık kalkar” dedi.
Villa Qulete’nin kabul salonundan bir ara bahçeye çıktık. Bahçede hem gezdik hem de konuşmalarımızı sürdürdük. Ne var ki bahçedeki kısa gezintimiz boyunca polisler bir an olsun Maradona’yı yalnız bırakmadılar. Maradona bir ara, “Siz aldırmayın polislere, ben onlara alıştım. Benim hayatımın birer parçası oldu artık onlar. Eğer doğruyu söylemek gerekirse polislere çok şey borçluyum. Beni koruyorlar” şeklinde konuştu.
Röportaj: Gönül Erdeha
05 Eylül 1985 – Günaydın